Özellikle 1950’li yıllardan sonra,
Bizim dönemimizde aktif olan cemaatler, birçok genci sokaklardan, kahvelerden kurtarıp, eğitim sohbetlerinde bilinçlendirdi. Kurtarabildikleri kadar genci sokakların kötülüklerinden kurtarmaya çalıştılar. O dönemlerde bizim oralarda aktif olan, Nurcular ve Süleymancılar yurtlarında, Hak
Cemaat/çı!
Herkesin kendi cemaatini, kendi liderini sevmesi, o cemaat ve lider
Cemaatlerin faydalarına inandığım kadar, cemaatçiliğin zararlarını da iyi biliyorum. Kendi cemaat çalışmasını “tek doğru tek kurtuluş yolu” gibi görmek, “bizim dışımızdakiler yanlış yolda” yaklaşımında olmak, çok ciddi sıkıntılara sebep oluyor. Bu tarz tartışmaların, genelde liderlerden değil, kraldan çok kralcı olanlardan kaynaklandığını da biliyorum.
Ne zaman cemaatler konusu açılsa arkadaşlarımız arasında, sürekli paylaştığım bir hatıram var. O hatıra bana çok ders verici olmuştu.
28 Şubat sürecinin ateşi halen sıcaktı. Bir arkadaşımla beraber, babalarımızın öğrencilik yıllarından arkadaşı olan Hasan amcayı ziyarete gitmiştik. Tanışma faslı, çay
1980’li yıllarda iki cemaat arasında yaşanan bir gerginliği azaltmak için
“Senede bir kez bir araya gelin. Aynı masada oturun. Bir bardak çay için. Bunlar bile bizim için yeterli. Siz birbirinizden uzak durdukça, Anadolu’da sizi sevenler birbiri aleyhinde konuşuyor. Bazı yerlerde ciddi tartışmalar, tekfir etmeler oluyor. Birbirinizi sevmeseniz de, aynı yöntemleri kullanmasanız da, senede bir defa aynı masada çekilen
Bu çabalarının sonuçsuz kaldığını anlatan Hasan amca, “Size bir hikaye anlatayım da, kıssadan hisseyi siz çıkartın!” dedi. O gün bize anlattığı o hikayeyi asla unutmadım.
Köyün birinde iki tane cami varmış. Doğal olarak, her caminin ayrı ayrı din görevlileri. Bir müddet sonra bu iki din görevlisinin arası açılmış. İmamlar birbirine küsünce, cemaatte ikiye ayrılmış. Herkes arkasında namaz kıldığı imamın taraftarı olmuş. Köy ikiye bölünmüş. Üst taraftaki caminin imamını sevenlerle, alt taraftaki caminin imamını haklı bulanlar, köy meydanında bile aynı kahvede oturmamaya başlamış.
Köyde aklı başında, bu anlamsız bölünme ve tartışmalardan rahatsız olanlar, her iki imama da defalarca gitmiş olsalar bile, bir türlü aralarını düzeltememişler. Köyün aklı başında olan büyüklerinden birisi, imamın birini kahvede görünce, başlamış yalvarmaya.
“Hocam Allah aşkına bu küslüğe bir son verin! Ben bu yaşıma kadar bu köyde böyle bir ayrışma görmedim. Biz birbirimizle akrabayız. Siz birbirinize küsünce, baba - oğul, eş - dost, komşu - akraba ikiye bölündü. Büyüklük sende kalsın. Git bir selam ver diğer imama. Sevmek, dost olmak zorunda değilsin. Ama en azından bir selam ver de, bu anlamsız küslük bitsin artık. Sen benden daha iyi bilirsin ama, Allah, Musa (as) gibi bir Peygamberi, Firavun gibi bir nemrut’un ayağına gönderiyor. Gel bir büyüklük yap!” demiş.
Köylü bu sözleri söyleyince, Musa - Firavun benzetmesinden etkilenen imam, “Pakala!” demiş. Karşı kahveden çay içen imamın yanına kadar gitmiş. Tam imamın karşısına gelince, “Kalk bre Firavun! Musa geldi!” demiş.
Bize bu hikayeyi anlatan Hasan amca, “Evlat, bazı cemaat temsilcileri, maalesef, bu işi nefis ve gurur meselesi yapıyorlar” dedi.
Bazen öyle bir hikaye okursunuz ki, “Kıssadan hisse” çıkartmak için tek bir cümle bile yazmanıza gerek kalmaz.
Ben, bütün cemaatleri seviyorum, bütün cemaatçilerden uzak duruyorum!
Sait ÇAMLICA
Eğitimci – Yazar
http://www.ajans5.com/detay/2010/12/07/kurtulus-bizim-cemaatte.html
kurtuluş bizim cemaatte!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)



Hiç yorum yok:
Yorum Gönder